Sinir sistemi;
beyin, spinal kord ve periferik sinir sisteminden oluşur. Periferik sinir
sistemi, spinal korddan segmental olarak ayrılan ventral ve dorsal köklerin
birleşmesi ile olur. Afferent lifler,
dorsal spinal kök aracılığı ile Merkezi Sinir Sistemine (MSS) iletilir. Efferent lifler ise ventral
kök aracılığı ile periferik sinir
sistemine motor lifler taşır.
Periferik sinir sistemi;
nöronlar, bağ dokusu, hücresel elemanlar ve son organlardan oluşan bir yapıya
sahiptir.
Periferik sinirlerin majör
doku komponentini bağ dokusu oluşturur. Bağ dokusu, sinirin kondüktif
elemanları olan aksonlara iskelet teşkil eder (17). Periferik sinirler içindeki
bağ dokusu oranı, sinirden sinire ve bulundukları yerlere göre % 25-85 oranında
değişmektedir. Eklem bölgelerinde bu oran artar. Bağ dokusu oranlarında
değişmenin bir başka nedeni de fasiküler pleksus formasyonu ve fasiküler
dallanmalardır.
Sinir sisteminin
fonksiyonel birimi ise nöronlardır. Nöronların hücre gövdesi (soma) sinir
impulslarının kabulü, transmisyonu ve iletilmesine olanak sağlayan özel yapıya
sahiptir ve tüm yüzey alanı sinaptik uçlarla kaplıdır. Nöronların özelleşmiş
stoplazmik uzantıları olan dendritler, nöronların birbirleri ile çok sayıda
stoplazmik bağlantılar kurmasını sağlar.
Genellikle her nörondan
perifere giden bir akson vardır, alfa motor nöronlarda ise birden fazla akson
olabilmektedir. Akson lifleri bir araya gelerek dorsal ve ventral spinal
kökleri oluşturur. Dorsal kökler duyu sonlanmalarından gelen afferent lifleri, ventral
kökler ise kas liflerinin motor son plaklarında sonlanan efferent lifleri
taşırlar (18).
Sinirlerin cerrahi olarak
manuple edilebilen en küçük ünitesi “fasiküller”dir ve Sunderland tarafından
“funiculus” olarak adlandırılmıştır. Fasiküller bağ dokusu ile sarılmış afferent
ve efferent sinir liflerinden oluşur. Fasiküllerin içindeki nonkondüktif doku “endonöryum”
olarak adlandırılır. Bu kollajen yapı her bir myelinize aksonu, myelinsiz
grupları veya zayıf myelinli aksonları sarar
Bu tabaka ikinci kan-sinir bariyerini de
içerir (17). Endonöryum
40-65 nm çaplı kollajen fibrillerden oluşmuştur. Elastin içermez ve
fibroblastlar seyrektir. Büyük çaplı myelinli aksonlarda endonöryum iki
kollajen tabakası halindedir, dış tabakadakiler longitüdinal, içtekiler ise rastgele yerleşimlidir. Küçük,
myelinli aksonlarda yalnızca dış,
longitüdinal tabaka bulunur. Schwann hücre bazal membranı, bu tubuler
yapının iç yüzeyini oluşturur (19). Bunun yanında bazal lamina, schwann hüreleri
ve myelin kılıf da endonöral doku içindeki diğer yapılardır.
Fasiküllerin her birini
çevreleyen bağ dokusuna “perinöryum” adı verilir. Perinöryum; oblik, sirküler
ve longitüdinal kollajen liflerden oluşmuştur, kalınlığı 3–10 hüre arasında
değişmektedir. Bu doku epinöryum ile aksonları saran endonöryum arasında sınır
teşkil eder. Çevrelenen fasiküllerin boyutu 50 mikron ile milimetre arasında
değişmektedir. Fasikül boyutu büyüdükçe içerdiği akson sayısı artar. Perinöryumun,
kan-sinir bariyeri görevi vardır. Endonöryuma enfeksiyon yayılmasını önler,
intrafasiküler pozitif basıncın korunmasını sağlar . Ayrıca fasiküllerin hafif
dalgalanmasına ve böylece bir miktar longitüdinal mobiliteye olanak sağlayarak
sinirin gerilim kuvvetini ayarlar. Fasikülleri gruplar halinde
saran yapı “internal epinöryum” dur. Bu doku epinöryum kadar yoğun değildir,
volümü de sinirler arasında ve seviyelere göre değişkenlik gösterir. Sinir
kesitlerinde epinöryum oranının en fazla olduğu yer eklem seviyeleridir. En dışta interfasiküler
epinöryum ve tüm fasikülleri ortak olarak saran, kollajen ve elastik liflerden
oluşan “epinöryum” ( eksternal epinöryum) mevcuttur. Eksternal epinöryum ile
internal epinöryum arasında devamlılık vardır.
Epinöryum, fasiküllerin kılıfları içinde hem longitüdinal, hem de lateral
hareketlerine izin verir.
Sinir
lifleri myelinli ve myelinsiz olabilir. Myelin, Schwann hücrelerin ve
oligodendritlerin hücre zarlarının yoğunlaşmasından oluşmuştur. Bu yapı;
lipidler, proteinler ve su içerir, bu özelliği ile diğer plazma membranlarına
benzerlik gösterir. İçerdiği lipidlerin büyük kısmını kolesterol oluşturur.
Glikoproteinlerin ise çoğunluğu galaktoserebrozid, sulfatid ve gangliozid
şeklindedir. Periferik myelinde kolin gliserofosfatid ve sfingomyelin oranı
santraldekinden yüksektir. Myelin kılıflar prenatal dönemde oluşmaya başlarlar,
gelişiminin tamamlanması doğumdan sonraki belli bir süreci kapsar. Myelinli
liflerin çapı daha büyük, ileti hızları ve uyarılabilme özellikleri daha
fazladır. Myelinsiz liflerin ise çapı daha küçük ve ileti hızları yavaştır.
Periferik sinir sisteminin
destek hücreleri “Shwann hücreleri”dir.
Periferik aksonların tümü Schwann hücreleri tarafından sarılmıştır. Bu
hücreler, aksonlara metabolit ve trofik faktörler sağlamaktadır. Myelinli
sinirlerde Schwann hücreleri arasında bulunan, aksonların depolarize olmasını
sağlayan alanlara “Ranvier Nod’u” denir.
Bu bölgelerde iletim sıçrayıcı tarzdadır ve iletim hızı bu alanlarda artırılır
(22, 24, 25).
Sinir
hasarında aksonlar ve Schwann hücreleri travmaya ortak cevap verirler. Sinir
liflerinin kesilmesi veya zedelenmesi durumunda, kesi distalindeki aksonlarda
dejenerasyon meydana gelir, buna
“Wallerian dejenerasyon” denir. Bu durumda myelin ve aksonal debrisin
fagosite edildiği yoğun hücre proliferasyonu söz konusudur. Schwann hücre ve
bazal lamina devamlılığı sonucu herhangi bir tüp oluştuğu takdirde aksonun
distale doğru ilerlemesi ve remyelinizasyon mümkün olabilir.
Sinirler
içerdikleri fasikül sayısına göre üç farklı yapıda ele alınır:
1- Monofasiküler Sinirler: Bir tane
büyük fasikül içeren sinirlerdir. Bu grup sinirlerin transvers basılara adaptasyonu
iyi değildir ve doku hasarı oluşur.
2- Oligofasiküler Sinirler: Bu yapıdaki
sinirler de iki grupta incelenir. Birinci gruptakiler 2–5 fasikülden oluşur.
Sinirler arasında minimal epinöral doku bulunur. İnterfasiküler epinöryum
fasiküllerin ayrı ayrı hareket edebilmelerine olanak sağlar. Bu nedenle,
transvers bir basıya maruz kaldığında her bir fasikülün ayrı hareketi ile
interfasiküler basınç korunur. 5–12 fasikül içeren sinirler ise ikinci grupta
yer alır. Bu sinirlerin transvers basıya adaptasyonu daha iyidir. Ayrıca
fasiküler diseksiyon yapılabilmesi mümkündür.
3-Polifasiküler Sinirler: Fasikül sayısı 12 den fazladır ve
fasiküller gruplar oluşturabilir veya grup formasyonu olmaksızın dağınık halde
ayrı ayrı dizilim gösterebilir. Her bir fasikül grubu ayrı ayrı diseke
edilebilir ve grup fasiküler onarım yapılabilir. Basıya karşı en iyi adaptasyon
sağlayan sinirler polifasiküler yapıda olanlardır.
Periferik
Sinir liflerinin Sınıflandırılması:
Sinir lifleri; kalınlıklarına, aksiyon
potansiyel şekillerine, iletim hızlarına ve myelinli ya da myelinsiz oluşlarına
göre değişik sınıflara ayrılmıştır. Günümüzde en çok kullanılan sınıflandırma
Erlanger ve Gasser tarafından yapılmıştır Bu sınıflamaya göre:
Grup A: En kalın, hızlı iletim yapan
myelinli, afferent ve efferent liflerdir.
Grup B: Myelinli, otonom ve preganglionik liflerdir.
Grup C: İnce, yavaş iletim yapan (2 m/sn ), myelinsiz visseral ve somatik
afferent liflerdir. Otonom
postganglionik efferent lifler de bu gruba girer. 0.1–1 mm kalınlığında
olup, derin yanma, ağrı, kaşınma, ısınma
ve soğuk duyusunu taşırlar.
Grup A lifler
kalınlıklarına göre kendi içlerinde Aα, Aβ ve Aγ olmak üzere ayrılırlar.
Aα lifler
(15–20 mikron ): Motor efferent liflerdir.
Aβ
lifler ( 10–15 mikron): Yoğun myelinli liflerdir, dokunma duyusu
afferentleridir, hızlı iletim yaparlar (30–70 m/sn ). Bu lifler hızlı adapte
olan (QA) ve yavaş adapte olan (SA) lifler olmak üzere ikiye ayrılır.
A γ lifler ( 2–5 mikron ): Ağrı, batma
ve ısı afferentleridir. En ince myelinli liflerdir, 5–30 m/sn iletim hızları
vardır.
Duyu sonlanmaları: Dokunma duyusu,
deride yerleşmiş olan farklı enerji şekillerine ve farklı uyarılara duyarlı
olan reseptörlerle alınır. Bu reseptörler fonksiyonlarına göre sınıflandırılır:
Mekanoreseptörler: Derideki
fiziksel uyarıları alır
Termoreseptörler: Isı değişikliklerine
duyarlıdı.
Ağrı reseptörleri ( Nosiseptörler ):
Zaralı derecedeki fiziksel ve kimyasal uyarıları alır, eşik değerleri
yüksektir. Bunlardan başka birden fazla şekle cevap oluşturan polimodal reseptörler
bulunur.
Tüysüz deri reseptörleri:
Pacinian cisimcikleri: Gözle görülebilecek
kadar büyük olan tek reseptördür. Dermisin derin kısımlarında ve deri altı
dokusunda yerleşmiştir, gruplar halinde bulunabilir ve tek bir Aβ lifiyle inerve olur. El ve parmakların
palmar yüzünde, ayak tabanında, genital organlar, boyun ve meme başında bulunur. En fazla
vibrasyona duyarlı olan mekanoreseptörler şeklindedir.
Meissner
cisimcikleri: Dermal papilla içinde yerleşmiş, birçok Aβ lifinin
kapsüllenmiş halidir. El ve ayağın her yerinde, alında, dudaklarda, dilin apikal kısmında ve palpebral konjuktivada
bulunurlar. Hafif uyarılara hassastır ve hareketli dokunma duyusunu alır.
Merkel
cisimcikleri: Epidermisin bazal tabakasına oturur ve birden fazla aksonla
inerve olur. Sabit dokunma, basınç ve en
çok statik objelerde “ tactil gnosis” den sorumludur. Bu reseptörler ısıya
bağımlı çalışır.
Ruffini cisimcikleri: İğ şeklinde 1–2
mm uzunlıkta olup, Aβ liflerinin myelinsiz uçlarıdır. Dermisin birçok
tabakasında bulunur. Her bir cisimcik bir myelinli akson tarafından inerve
edilir. Kollajen liflerle dermis ve derialtı dokulara bağlıdır ve çevre
dokulardaki hareket bu organa kolayca ulaşır. İstirahat halindeyken deşarj
olur. Derideki gerilmeye çok duyarlıdır.
Tüylü
deride ise; kıl kökleri Aβ lifleriyle inerve olan reseptörler olarak çalışır.
Meissner cisimcikleri gibi fonksiyon yaparlar.
İskelet kaslarının nöromusküler
sonlanmaları:
İki ana tipte nöromuskuler sonlanma mevcuttur.
Bunlardan birirncisi; “En plaque” olarak adlandırılır ve aksonal uç, kas
lifinin ortasında motor end-plate şeklindedir. İletim buradan tüm kasa hızla
yayılır. İkincisi ise “En grappe” olarak
adlandırılır. Bu tipte akson uçları kas
lifi boyunca dallara ayrılarak, kasa birçok noktadan girer, aynı anda birçok
noktadan kası uyarır.
Periferik sinirlerin kanlanması
Sinirler,
komşu büyük arter ve venlerin segmental dallarından oluşan zengin bir vasküler
sisteme sahiptir. Bunun dışında, kas perforatörlerinin ve periostal
damarların dallarından da beslenirler.(26)
Periferik sinirler epinöryum,
perinöryum ve endonöryum tabakalarında birbirinden ayrı ama ileri derecede
birbirleriyle bağlantıları olan bir vasküler dolaşıma sahiptirler. Longitudinal
eksene paralel uzanan damarlar birçok anastomoz vasıtasıyla bağlantılıdır.
Sinirin bu 3 tabakası dahilindeki vasküler sistem intrinsik sistem olarak
adlandırılır. Ekstrinsik sistem ise çevredeki büyük arter ve venlerden, musküler
perforatörler ve periosteal damarlardan köken alan ve mezonöryumu delerek
sinire ulaşan, değişik büyüklükteki segmental damarlardan oluşur.
Sinire ulaşan damarlar epinöryumda
dallanarak intranöral pleksusa assendan ve dessendan dallar verirler.
Ekstrensek damarlar fasikül olukları arasında ilerler. Sinirlerin iç kısımları
da ekstrensek damarların dalları tarafından beslenir (intrensek dolaşım).
Ekstrensek damarların dallanmaya başladığı seviyeden itibaren intrensek sistem
olarak devam eder. Vasküler yapılar epinöryumda proksimal ve distale doğru longitüdinal
olarak seyreder ve vasküler bir ağ oluştururlar. Aynı damar boyunca eş zamanlı
ters yönlü akımların olduğu gösterilmiştir. Perinöryumda da epinöryumdaki gibi
vasküler pleksus mevcuttur. Epinöryum ve perinöryumdaki pleksuslar arasında
anastomozlar bulunmaktadır (27). Bunlardan başka
endonöryumda normal şartlarda kısmen fonksiyonel olan, ancak mekanik travma sırasında
tam perfüzyon gösteren diğer bir vasküler ağ vardır (28).
Endonöryumdaki endotel hücreleri komşu hücrelerle sıkı bağlantı yaparak
proteinlerin endonöral alana geçişini engeller, bu da perinöryum ile birlikte
kan-sinir bariyerini oluşturur. Bu seviyede pinostotik veziküller aracılığı ile
gerçekleşen aktif transport söz konusudur (29).
Sinirdeki gerginliğin kan akımı üzerindeki etkileri araştırıldığında; sinir boyunda
%8 oranındaki artışın venüllerde dolaşımı yavaşlattığı, %15 oranında uzatmanın
ise sinir kan akımını tamamen durdurduğu gösterilmiştir (30,31).
Sinir Yaralanmaları
Sinir yaralanmalarının en sık sebepleri
laserasyonlar, ateşli silah yaralanmaları ve elektrik yanıklarıdır. En ciddi hasara yol açan mekanizmalar
elektrik yanıkları ve ateşli silah ve kontüzyon yaralanmalarıdır. Bunun dışında
kompresyon, iskemi, kimyasal madde enjeksiyonu ve gerilme diğer sinir yaralanma
sebepleridir.
Sinir
yaralanmaları hasarın derecesine ve rejenerasyon kapasitesine göre Sunderland
tarafından 5 ayrı grupta ele alınmıştır (32).
Seddon sınıflandırmasına göre (33)
ise 3 grup altında tanımlanmıştır.
Sunderland sınıflaması:
Tip 1 Lezyonlar: Sinir ve akson yapısı
sağlamdır. Hasarlı bölgede iletim bloğu vardır. Bu tip lezyonlar klinik olarak
hafif parezi veya geçici motor ve duyu kaybı şeklinde görülebilir. Otonomik
iletim korunmuştur. Distalde Wallerian dejenerasyon oluşmaz. İletimin
engellenmesinin sebebi, biyokimyasal iyonik bozukluktur. Lezyonun distalindeki
iletim normaldir. Seddon sınıflandırmasındaki karşılığı “nöropraxi”olarak
bilinmektedir ve tamamen reversibl bir tablodur. Hafif şiddetteki travmalar sonrasında
oluşur ve ortalama 6–8 haftada tamamen iyileşir.
Tip 2 Lezyonlar: Daha şiddetli
travmalardan sonra akson ve myelin kılıf kopmuştur, distalde Wallerian
dejenerasyon gelişir. Motor, duyu ve otonomik fonksiyonlarda tam kayıp vardır.
Bu tip yaralanmalarda epinöryum, perinöryum, endonöral kılıf ve Schwann hücre
kılıfları sağlamdır. Bu yapıların korunmasından dolayı fonksiyonel kayıp
reversibldir. İyileşme aylar veya yıllar sürebilir. Rejenerasyon sürecinde
akson sayısında azalma, nöronal hücre kaybı veya son organdaki irreversibl
değişikliklere bağlı rezidüel kayıplar ortaya çıkabilir. Seddon, bu lezyonları “aksonotmezis” olarak
adlandırmıştır.
Tip 3 Lezyonlar: Endonöral bütünlüğün
bozulduğu intrafasiküler hasar söz konusudur. Epinöryum ve perinöryum
korunmuştur. Sıklıkla iskemi, traksiyon-
kompresyon ve sıkışma nöropatileri bu tip lezyondan sorumludur.
İntrafasiküler fibrozisin az olduğu durumlarda rejenerasyon
mümkündür, bu tablo Seddon sınıflamasındaki “aksonotmezis” ile aynıdır. İantrafasiküler hasarın
fazla olduğu durumlarda daha çok fibrozis oluşur ve rejenere aksonların
ilerlemesine engel olur, bu da Seddon’a
göre “nörotmezis” olarak tanımlanan lezyonları oluşturur. Lezyonun distalinde
Wallerian dejenerasyon meydana gelir, total motor, duyu ve otonomik kayıp izlenir.
Elektrofizyolojik olarak denervasyon bulguları tespit edilir. Reinnervasyon ve
fonksiyonel iyileşme yeterli değildir.
Tip 4 Lezyonlar: Epinöryumun sağlam
kaldığı, bunun dışındaki yapıların tamamen hasarlı olduğu yaralanma şeklidir.
Fasiküler yapı kaybolmuş, sinir makroskobik olarak da incelmiştir. Total
fonksiyonel kayıp gözlenir. Tesadüfen lezyon distaline ulaşabilen rejenere aksonlar
bulunabilir.
Tip 5 Lezyonlar: Kesici alet
yaralanmaları veya traksiyona bağlı sinirin kopması nedeniyle oluşan
lezyonlardır. Sinirin anatomik bütünlüğü tamamen bozulmuştur, nöral veya bağ
dokusu elemanlarından hiç birinde devamlılık yoktur. Kesi distalinde total fonksiyonel kayıp söz konusudur.
Tip 4 ve
Tip 5 lezyonların tedavisi için cerrahi onarım gerekmektedir.
Seddon Sınıflaması
1. Nöropraksi:
Lokal bir iletim bloğu mevcuttur. Aksonal devamlılık, sinir ve kas dokularında
uyarılabilme normaldir. Bu tipte bir lezyon akut ve lokal demiyelinizasyona
bağlı oluşabilir ve iletimin düzelmesi için lokal miyelin hasarının onarımı
gereklidir. Sinir tam olarak normal hale döner ama bu süreç haftalar veya aylar
sürebilir.
2.
Aksonotmezis: Aksonotmezis durumunda, periferik sinirde bölgesel olarak sadece
akson devamlılığında bir kesilme mevcuttur. Aksonotmeziste hücre ölmezse 24
saat sonra proksimal güdükten aksonal tomurcuklanma başlar (34). Endonöral doku ve Schwann hücrelerinin bazal
laminası intakt kalır ve kılavuz tüp görevi görerek Schwann hücrelerinin yeni
kolonlar oluşturarak prolifere olmasına destek olur. Akson bütünlüğünün
bozulmasına bağlı lezyonun distalinde akson dejenerasyonu olur. Bağ doku
bütünlüğü korunduğu için aksonun proksimalden distale ilerlemesi kolaydır.
Prognoz genellikle iyi olmasına rağmen iyileşme sürecinde uyanlamayan kaslarda
denervasyon atrofısi gelişebilir.
3. Nörotmezis:
Sinir devamlılığının tamamen kesintiye uğradığı nörotmezis durumunda
proksimaldeki kesik aksonların Schwann hücrelerince oluşturulan tüplere girmesi
mümkün olmaz ve cerrahi onarım yapılmazsa genellikle bir fonksiyonel gelişme
beklenmez. Etiyolojik faktör sinirde tam kat bir kesi olabileceği gibi iletimi tamamen
engelleyen bir tümör veya skar dokusuna da bağlı olabilir.
11 haftalık bir periyodda intramusküler olarak 1800 U BOTOX® alan kilolu erişkin bir
erkekte
(boyun ve sırt spazmı ve şiddetli ağrı için) periferik nöropati
bildirilmiştir.
BOTOX® 'un kazara enjeksiyonu veya
oral alımına bağlı herhangi bir bildirilmiş
sistemik toksisite vakası bulunmamaktadır. Doz aşımı ortaya çıktığında,
hasta sistemik zayıflık veya kas paralizisinin belirti ve bulguları yönünden
birkaç hafta tıbbi gözlem altında tutulmalıdır.
Bir
flakonun içeriği 6 kg veya daha ağır
insanlarda tahmin edilen sistemik toksisite dozunun altındadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder