18 Ağustos 2013 Pazar

Op. Dr. Oğuz Kılıç tükrük bezi tümörlerinin tedavisi


Tedavi
 
Tümörün olduğu glandın eksizyonu ilk basamaktır. Her tümörün davranışı farklı olsa da tedaviyi belirleyen histopatolojiden çok tümörün evresidir. Parotis cerrahisinin en önemli parçası fasiyal sinirin korunmasıdır. Sinirin direkt invazyonu sinir eksizyonunun tek endikasyonudur.   Post-op dönemde 5000–6000 cGy lik radyoterapinin tümör ile kontamine sinir dokusunu sterilize ettiği kabul edilir. Submandibuler ve sublingual bezlerde yerleşimli tümörlerin de tedavisi bu bezlerin çıkarılmasıdır. Malign tümör varlığında submandibuler üçgenin de lenf nodlarından temizlenmesi gerekir. Minör tükürük bezi tümörlerinin tedavisi her bir tümör için lokalizasyon ve boyuta göre farklılık gösterir. Genellikle tercih edilen yaklaşım küçük çaplı tümörlerin eksizyonu; daha büyük çapta olanların tedavi planının belirlenmesi açısından biyopsisidir.
Cerrahi Tedavi
Parotidektomi: pre –op hazırlık aşamasında hastanın cerrahiye ait riskler açısından bilgilendirilmesi gerekir. Bunlar fasiyal sinir hasarı ve yüz kaslarında oluşabilecek güçsüzlüktür. Bazı hastaların ameliyattan sonra uzun süre korneayı korumak için göz damlarlı ya da yağlı pomatlar kullanması gerekebilir. Hastaların malign kitle ve sinir invazyonu düşünülen durumlarda sinirin de alınması gerektiği konusunda bilgilendirilmeleri gerekir.
Parotidektomi genel anestezi altında yapılır. Operasyon esnasında paralitik ajanların kullanılmaması önemlidir, bu yüzden analjeziyi desteklemek için gerekirse insizyon yapılacak bölgeye lokal anestezikler de uygulanabilir.
İnsizyon: parotidektomide kullanılan iki insizyon mevcuttur. Bunlardan ilki klasik facelift insizyonu olup önde pre-aurikuler kriz takip edilerek postaurikular saç çizgisine kadar devam eder. Parotis bezi ve üst boyunda büyük bir flep elde edilir. Flep anterior ve inferiora doğru retrakte edilir. Diğer insizyon ise preaurikuler insizyonu kulak lobülü çevresinden geçecek biçimde kıvırıp inferiorda transvers boyun krizleri ile birleştirmektir. Bu insizyon mandibula angulusunun yaklaşık 2 cm inferiorundan geçer. İnsizyon hattı daha belirgin olsa da hem fasiyal sinir dallarının identifiye edilip korunması hem de servikal lenfadenektomi için daha geniş görüş alanı sağlar.

  
Fleplerin kaldırılması: cerrahide tartışılan bir diğer konu da fleplerin hangi seviyeden kaldırılacağıdır. Tedavi sonrası komplikasyonlardan biri olan Frey sendromunun önlenebilmesi için subdermal seviyede, parotis fasyası seviyesinde ya da flep içinde değişik seviyelerde flepler kaldırılmıştır.( Frey sendromu cilt flebinde n. aurikularis magnus ve servikal pleksus alanında görülür. Özellikle parotisin parasempatik inervasyonunu sağlayan liflerin derinin ter bezlerine giden sempatik liflere ait kesilmiş akson kılıfından girerek rejenere olması olayıdır. Sendrom genellikle operasyondan birkaç ay sonra ortaya çıkar. Ameliyat sonrasında sempatik sinir sisteminin uyarılması sonucu sınırlı bir cilt bölgesinde kızarıklık ve terleme görülmesidir.) flep diseksiyonunun farklı katmanlarda yapılması Frey sendromu gelişmesini büyük ölçüde engellerken tümör etrafında yeterli sağlam dokunun da bırakılması gerekir.
 
Sinir diseksiyonu: Flepler kaldırıldıktan sonra retraksiyon sütürleri konularak sahadan uzaklaştırılırlar. Fakat diseksiyon sırasında dudaklar ve göz kapaklarının örtülmemesi önemlidir. Fasiyal sinir diseksiyonu loup ile yapılmalıdır. Fasiyal sinir beze girdiği parotis posteriorundan itibaren takip edilebilir veya sinirin periferik dalları bulunarak proksimale doğru takip edilebilir. Marjinal mandibuler sinir fasiyal venin posterior dallarının yüzeyelinden geçer. Marjinal mandibuler sinir parotisten çıkan birkaç life sahip olabilir genellikle bu sinire ait teki bir lif bulunması dalın identifiye edildiği şeklinde yorumlandığından bu ayrıntı önemlidir. Bukkal dallar masseterik fasyanın yüzeyelinde, Stensen kanalının inferiorunda bulunur. Zygomatik dal Stensen kanalının superiorunda ve maseterik fasyanın yüzeyelindedir. Frontal dal genellikle multipl liften meydana gelir ve süperfisiyal temporal arteriyovenöz pedikülün 1 cm. anteriorundan geçer.
Sinir dalları identifiye edildikten sonra epinöral tabakadan periferik dokulardan ayrılır. Sinir diseksiyonunun ardından Stensen kanalı bulunarak klempe edilerek bağlanır.
            Derin diseksiyon sırasında fasiyal sinirin kendisini işaret eden pek çok landmark mevcuttur. Bunlardan ilki ekstern al aurikuler kartilajın sivrileşerek sinire doğru uzanan ucudur ve tragal pointer adını alır, sinir genellikle bu noktanın 1–1,5 cm derinindedir. Landmarklardan ikincisi digastikus kasının posterior karnı olup sinir kasın medial insersiyosunun 1 cm derinindedir. Üçüncü landmark typanomastoid fissür olup mastoid ve tympanik kemikler arasında yer alır, fasiyal sinirin ana gövdesi bu fissürün 6–8 cm distalinde yer alır.  Fasiyal sinirin hemen süperfisiyalinde stylomastoid arter yer alır, genellikle en kritik zamanda kanayarak görüş alanını daraltan bu arter sinirin yüzeyelinde yerleştiği için bir landmark olarak önemlidir. Fasiyal sinir parotis ya da submandibuler beze yapılan her müdahalede risk altındadır. Sinirin mümkün olduğunca korunması gerekir fakat bazı durumlarda malign tümörlerin tam olarak çıkarılabilmesi için sinir sakrifiye edilebilir. Malign tümörün fasiyal sinire olan invazyonu da bu endikasyonlardan biridir. Lenfoma dışındaki tümörlerde sinirin tümör ile infiltrasyonu durumunda tedavi sinirin sakrifiye edilmesidir, lenfomanın ise primer tedavisi medikaldir. Malign tümörlerden adenoid kistik karsinomda rezidüel tümör frozen-section ile perinöral invazyon açısından değerlendirilmelidir, diğer malign tümörler bu yolla yayılım yapmazlar.
Radyoterapi
Parotis malignitelerinde radyoterapinin etkinliği hem nüksün engellenmesinde hem de cerrahi sınır pozitifliğinde kabul edilmektedir. Genel olarak önerilen post-op radyoterapi endikasyonları şunlardır:
High-grade karsinomlar
Rekürren karsinomlar
Derin lobda yerleşen karsinomlar
Fasiyal sinire yakın komşuluğu olan karsinomlar
Regionel lenf nodu tutulumu
Kas, kemik, cilt ya da sinir invazyonu veya ekstra-parotid yayılımlar
 
Tedavi sonrası komplikasyonlar
Tükürük fistülü
Tedavi sonrası, özellikle de parsiyel parotidektomiler sonrası geride kalan parankimin kesilen duktal elementlerinden tükürük salgılanması sonucu gelişir. Kısa süren fistüller sorun olmaz ancak uzun sürmeleri durumunda tedavi gerekir, operasyon sonunda kesi yerinin birkaç cm altına vakumlu drenler yerleştirilebilir.
Fasiyal parezi
Operasyondan hemen sonra görülmesi öncelikle operasyon sırasında uygulanan manipülasyona bağlı olabileceğini düşündürür. Fasiyal dalların medialinde kalan tümörlerin çıkarılması sırasında yani derin lob cerrahisinden sonra gözlenir. Operasyondan hemen sonra görülen fasiyal parezide geriye dönüş beklenir, çünkü bir nöropraksidir. Ancak paralizi varsa ve cerrahi kapatma öncesi dalların bütünlüğü biliniyorsa öncelikle drenaj sistemi gözden geçirilmeli, pansuman gevşetilmeli gerekirse reeksplorasyon uygulanmalıdır.
 
ORAL KAVİTE KANSERLERİ
 
Oral kavite kanserleri larenks kanserinden sonra baş boyun bölgesinde en sık rastlanan kanserlerdendir. Görülme sıklıkları birbirinden farklı olan bu kanserlerin coğrafi dağılımları da farklılık göstermektedir. Oral kavite anatomi olarak erişilmesi ve muayenesi kolay bir bölge olsa da erken evrede kanserlerin sesiz seyretmeleri nedeniyle tümörler geç fark edilmektedir. Hastalığın insidansı Amerika birleşik devletlerinde tüm kanserlerin %5’ini, Hindistan’da ise %50’sini oluşturur.
 
Etyolojik faktörler:
Tütün
Hastalığın insidansı tütün kullanımı ile yakından ilişkilidir. Günde 1 paket sigara, 5 veya daha fazla pipo kullanımı durumunda insidans 6 kat artmaktadır. Ayrıca kür sağlanmış intraoral kansere sahip olan hastalarda sigaraya devam edilmesi durumunda ağız içinde yeni bir lezyon görülme olasılığı %40 iken bu oran sigara içmeyenlerde %6’dır.
 
Alkol
Alkol kullanımı üst aerodigestiv sistem kanserlerinin görülme olasılığını 6 kat artırır. Ağız tabanı kanserleri alkol kullanımı ile yakından ilişkilidir. Karsinoma görüldüğünde de genellikle daha ilerlemiştir. Alkol ve sigara kullanımı birlikteliğinde intraoral karsinom sıklığı 15 kat artmıştır.
 
Diğer faktörler
Diş protezi kullanan bireyler, zayıf oral hijyen varlığı ve demir eksikliği ile seyreden Plummer-Vinson sendromlu hastalar intraoral kanserlerin normale göre artmış olduğu risk gruplarıdır.
 
Patoloji
İntraoral malignitelerin %90’dan fazlası squamöz karsinomdur. Diğerleri ise melanom, lenfoma, sarkomlar ve minör tükürük bezlerinin maligniteleri olan mukoepidermoid ve adenoid kistik karsinomlardır.
Lökoplaki
Beyaz renkli plak anlamına gelen bu lezyon bir makroskopiyi tanımlamakta olup malign ya da benign lezyonlar için kullanılabilir. Mukozanın süperfisiyal tabakalarının kalınlaşması anlamına gelir, aynı zamanda bazal tabakadaki reteler de submukozaya doğru genişler. Hücrelerde displazi arttıkça maligniteye doğru ilerleme görülür. Sadece lökoplakilerin değerlendirildiği geniş bir seride karsinoma-in-situ oranı %1,8 ve invaziv karsinom oranı %8,1 olarak bulunmuştur.
 
Squamöz karsinom
Squamöz karsinom tipik olarak kenarları endure ülsere lezyonlardır. Yüzeyden kabarık ya da daha çökük olabilir. Verrüköz karsinom yüzeyden daha kabarık ve multipl papillaları olan bir tipidir. Geçmişte low ve high grade ya da iyi ve kötü diferansiye olarak değerlendirilen squamöz karsinomlarda günümüzde bu sınıflandırmadan vazgeçilmiştir. Lezyonların çoğunda birbirinden farklı paternler görülse de tedavide planlanmasında önemli olan tümör boyutları ile invazyon derinliğidir.
 
Metastatik karsinomlar 
İntraoral kanserler boyun lenf nodlarına metastaz yapar. Ağız tabanındaki lezyonlar ile dudak ve yanak mukozasının anetrioru 1. bölge nodlarına metastaz yapar. 2. bölgeye ise dil, tonsil, retromolar trigon ve posterior gingivadan tümör metastazları gelir. Dudak ve damak kanserlerinde metastaz oranları diğer intraoral malignitelere göre düşüktür. Boyunda lenf nodu pozitifliği, tutulum olmayanlara göre prognozu %50 azaltır.
 
1.Dil kanseri
Dil kanserinin esas görüldüğü yaş grubu 6. dekat olsa da hastalık daha erken dönmede hatta adolesanlarda da görülebilir. İntraoral malignitelerin en sık görüldüğü yer dil olup kadınlarda insidansın  %26’ya yükselmesi muhtemelen artmış alkol, sigara kullanımına bağlıdır.
Dil kanserleri en çok dil lateralinin anterior 2/3’ünde ya da ventralinde görülür. Orta hatta ya da dorsumda lezyona sık rastlanmaz. Dil kanserlerinin ancak 1/3’ü papilla circumvallatanın posteriorunda izlenir. Lezyonlar genellikle ağrısızdır. Ağrı, konuşma ve yutma güçlüğü geç dönmede görülen semptomlar olup invazyon derinliği arttıkça prognoz kötüleşir. Ağız tabanına ve oradan da mandibulaya lokal invazyon görülebilir. Lenf nodu metastazları öncelik sırasına göre submandibuler, subdigastrik, orta-juguler zincirlere olur.  
Tedavi: T1 tümörlerde (tümör çapı 2 cm nin altında ve lenf nodu yoksa)  intaroral malignitelerin genelinde olduğu gibi carrahi ve radyoterapinin etkinliği eşittir. Wedge rezeksiyon basit bir yöntem olup lokal anestezi altında uygulanabilir. Tedavi radyoterapi uygulanması yönünde olacaksa radyoaktif ajanların lokal uygulanımları tercih edilmelidir. T2 ve T3 tümörlerde (çapı 4 cm ‘ye kadar olan tümörlerde) parsiyel glosektomi ve lenf nodu varlığında elektif boyun diseksiyonu uygulanabilir.
 
2. Ağız tabanı kanserleri
Genellikle 60 yaş civarında görülür. Erkek-kadın oranı 3:1, 4:1 kadardır. Etiyolojide alkol ve sigara suçlanmaktadır. Ağız tabanında karsinomlar en çok anteriorda görülür. Hasta ilk geldiğinde çoğunlukla palpabl lenf nodu olabilir, kitle etkisine bağlı Wharton kanalı obstrüksiyonu sonucu submandibuler bezin kendisi palpe edilebilir. Önce inflame, yüzeyel bir lezyon olarak izlenen kanser daha sonra derinleşerek dil ve alveollerin lingual yüzeylerine yayılır. Tümör derinliğinin anlaşılabilmesi için bimanuel muayene şarttır. Boyun cildine penetrasyon olabilir, lenf nodu tutulumu %39 ile 63 arasında bildirilmiştir. En çok tutulan submandibuler lenf nodlarıdır.
Tedavi: küçük lezyonlarda eksizyon ve radyoterapinin etkinliği eşittir. Eksizyon sonrası suturasyon veya greftleme sonucu submandibuler bez kanalında obstrüksiyon ve bezde progresif büyüme görülebilir. Defektin primer kapatılamadığı durumlarda yanak flebi gibi lokal flepler ya da free fleplerin uygulanması gerekebilir. Palpabl lenf nodlarının çıkarılıp invazyon görülmesi durumunda boyun diseksiyonu uygulanması gerekir.
 
3. Alveol- gingiva kanserleri
Alt alveollerde yerleşen kanserler intraoral malignitelerin en sık görüldüğü 3. lokalizasyondur. 50 yaşın altında nadiren görülür. Erkekler kadınlardan 2 ya da 3 kat daha fazla etkilenir.  Etiyolojide sigara suçlanmaktadır. Genellikle ağrısız ülsere lezyon olarak başlar. İntraoral protez kullanımı ağrı veya kitle nedeniyle zorlaşır bu yüzden bu hasta grubunda tanı daha erken konulur. Lezyon genellikle alveol sınırında görülür ve yayılım laterale doğrudur. Rejyonel lenf nodu tutulumu jugulodigastrik, submaksiller bölgelere doğru olur.
Tedavi: T1 tümörlerde (tümör çapı 2 cm nin altında ve lenf nodu yoksa) tedavi marjinal mandibuler sinir ile birlikte rezeksiyondur. Bu teknik tümör eksizyonu açısından yeterli olup mandibuler rezeksiyona göre daha az deformiteye neden olur. Daha geniş lezyonlar çıkarıldıktan sonra lokal veya uzak fleplerle rekonstrüksiyon gerekebilir. Küçük tümörlerde radyoterapi de kullanılabilirken büyük alanlara radyoterapinin uygulanması gereken durumlarda osteoradyonekroz nedeni ile bu tedavi tercih edilmemelidir.
 
4. Retromalar trigon
‘Posterior ağız tabanı, posterior alveolus, anterior tonsiller pilar’  olarak da tanımlanan bu bölgede görülen kanserlerin en önemli özelliği tanıda gecikmeler nedeni ile tümörde ilerleme ve rekonstriksyon güçlüğüdür.
 
5. Bukkal mukoza
Bukkal mukozanın squamoz karsinomu 65 yaş üzerinin hastalığıdır ve intraoral kanserlerin %10’unu oluşturur. Erkek/kadın oranı 3:1 olup etiyolojide büyük oranda tütün çiğneme alışkanlığı sorumlu tutulmaktadır. Hastalık bukkal mukozada eritemli, kaba lezyonlar şeklinde başlar daha sonra ülserasyon ve endurasyon izlenir. Ağrı sık görülmez, varlığında ise sinir invazyonuna işaret eder ve  kötü prognoz belirtisidir. Lezyonlar yanağı erode ederek buradan oral kommissüre, üst ve alt alveollere yayılabilir. İlk başvuru anında hastaların %37-44’ünde lenf nodu tutulumu mevcuttur.
Tedavi: başlangıç aşamasında cerrahi tedavi ile radyoterapinin etkinliği eşittir. Büyük ve endure lezyonlarda ise komplike rekonstrüksiyon yöntemlerinin kullanılması gerekebilir. Palpabl lenf nodlarının çıkarılıp invazyon görülmesi durumunda boyun diseksiyonu, yetersiz cerrahi ya da rezidü tümör varlığında post-op radyoterapi uygulanabilir.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
BOYUN DİSEKSİYONU
 
1906 da Crile tanımlanan ve boyun lenfatiklerinin en bloc rezeksiyonu olan radikal boyun diseksiyonu baş-boyun kanserlerinin cerrahi tedavisinin önemli bir parçasını oluşturur. Baş-boyun kanserleri için radyoterapi kullanımından sonra ortaya çıkan başarısızlık daha sonraları primer tümör eksizyonu ile birlikte veya tek başına boyun diseksiyonunu yeniden gündeme getirmiştir.  Bu operasyonun amacı Martin tarafından mandibulanın alt kenarından klavikulaya kadar ve trapezius adelenin ön kenarından boyun orta hattına kadar olan tüm lenfatiklerin çıkarılması olarak özetlenmiştir. Rutin prosedür sternokleidomastoid kasının, internal juguler venin ve spinal aksesuar sinirin de çıkarılmasını içerir.
Uygun insizyon seçiminde yeterli görüş alanı ve kan akımının sağlanması göz önünde bulundurulan kriterlerdir. (Şekil 2)
 
 
        

 

Evrelendirme:

Baş boyun kanserlerinin evrelendirilmesi boyundaki lenf nodlarının durumunu da içeriri. Palpasyonda 1 cm’den büyük sert, yuvarlak kitleler metastatik lenf nodu olarak kabul edilmelidir.

AJCC(American joint committee on cancer) 1997 evrelendirme sisteminde baş boyun kanserlerinde boyun tutulumunun evrelendirilmesi şöyle tariflenir:

Nx: lenf nodları değerlendirilemiyor

N0: lenf nodu metastazı yok

N1: bir tek ipsilateral lenf nodu metastazı, 3 cm veya daha küçük

N2a: bir tek ipsilateral lenf nodu metastazı, 3 cm den büyük, 6 cm den küçük

N2b: birden fazla ipsilateral lenf nodu metastazı, hiçbiri 6 cm den büyük değil

N2c: bilateral veya kontralateral lenf nodları, hiçbiri 6 cm den büyük değil

N3:lenf nodu metastazı 6 cm den büyük

Boyun evrelendirilmesinde palpasyon %65–70 doğruluğa sahiptir. BT veya MRI ile evrelendirmedeki doğruluk oranı %85-90’lara çıkmakatadır.

 

 

Servikal lenf grupları

Günümüzde servikal lenf nodu grupları sloan-kettering-memorial grup tarafından tarif edilen sisteme göre sınıflandırılmaktadır. Bu sistemde nodal gruplar 6 ayrı bölgede incelenir.(şekil 4)  

Bölge 1: submental ve submandibuler lenf gruplarını içerir. Submental nodlar hyoid kemik ve digastrik kasın her iki ön karnı arasındadır. submandibuler grup ise mandibula, digastrik kasın ön ve arka karınları tarafından sınırlandırılır. submandibuler

Üçgendeki lenf nodları submandibuler bezle yakın ilişki içinde olduğundan cerrahisi sırasında 1. bölge lenfatikler çıkarılacaksa submandibuler bez de çıkarılmalıdır.

Bölge II.,III.,IV.lenfatik grupların tamamı internal juguler venin komşuluğundadır.

 

Bölge II: üst juguler lenf nodlarıdır.internal juguler venin üst 1/3 lük kısmına komşudurlar.

Bölge III: orta juguler lenf nodlarıdır. Üstte hyoid kemik ile altta omohyoid arasındadır.

Bölge IV: alt juguler lenf nodlarıdır.

Üst sınırı omohyoid kas, alt sınırı ise klavikuladır.

Bölge V: sternokleidomastoid kas arka sınırını, trapezius kası ön sınırı ve klavikula arasında kalan arka üçgendeki tüm lenfatik grupları içerir. Arka üçgende de üç ana lenfatik grubu bulunur. spinal aksesuar sinir (11. kranial sinir) etrafındaki lenfatikler, transvers servikal arter boyunca uzanan lenf nodları ve supraklavikuler lenf nodları bu üç grubu oluşturur.

                                     
Şekil 4: boyundaki lenf nodu grupları

Bölge VI: ön boyun kompartmanındaki lenf nodlarını içerir. Orta hatta hyoid kemik ile suprasternal çentik arasındadır. Her iki yanda karotis arterler yan sınırları oluşturur.

Oral kavitenin ön kısmını tutan kanserler ilk önce bölge I,II, III’e metastaz yaparlar. Ancak dilin ön kısmını tutan tümörlerin III. bölgenin alt sınırında yer alan omohyoid kas altındaki jugulo-omohyoid nodlara yani bölge IV’e de metastaz yaptığı bilinmektedir. Orofarenks, hipofarenks ve supraglottik larenks kanserleri bölge II, III, IV’e metastaz yaparlar.

 

Boyun diseksiyonlarının sınıflandırılması

Boyun diseksiyonu; boyun derin fasyasının yüzeyel ve derin yaprakları arasında kalan lenfatik yapıların çıkarılmasıdır. Boyun diseksiyonu tipleri 1991 ‘de Amerikan Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi Akademisi tarafından tariflenmiştir.

Bu sınıflandırmada radikal boyun diseksiyonu temel olarak alınmıştır. Modifiye radikal boyun diseksiyonu ise Boca tarafından tanımlanmış olup; radikal boyun diseksiyonunda rutin olarak alınan ve lenfatik olmayan yapıların korunması olarak tanımlanır. Lenfatik gruplardan bir ya da birkaçı korunursa işlem selektik boyun diseksiyonu adını alırken, radikal boyun diseksiyonunda normalde alınmayan lenfatik ya da lenfatik olamayan yapılar da diseksiyona dahil edilirse işlem operasyon genişletilmiş radikal boyun diseksiyonu olarak adlandırılır.

 

Boyun diseksiyonlarının tipleri şunlardır:

1-Klasik radikal boyun diseksiyonu

2- Modifiye radikal boyun diseksiyonu

tip 1-11. kranial sinir korunur.

Tip II-11. kranial sinir ve internal juguler ven korunur.

Tip III- 11. kranial sinir, internal juguler ven ve sternokleidomastoid adale korunur.

3-Selektif boyun diseksiyonu

4-Genişletilmiş radikal boyun diseksiyonu

 

Radikal Boyun Diseksiyonu:

Radikal boyun diseksiyonunun supraomohyoid, anterior ve posterior boyun diseksiyonu modifikasyonları mevcuttur. Sternokleidomastoid kas, internal juguler ven ve spinal aksesuar sinir korunduğunda modifiye radikal boyun diseksiyonu adını alır. Bu prosedür ile klasik radikal boyun diseksiyonunun fonksiyonel ve estetik kusurlara neden olan bazı sonuçları minimale inmiştir.

Radikal boyun diseksiyonunun kontrendikasyonu genellikle tümörün rezektabilitesi ile ilgilidir. Kafa tabanı, karotis arter, spina vertebralis tutulumu genel olarak rezidü tümör kalacağından boyun diseksiyonu  için kontrendikasyon oluşturur.

 

Cerrahi teknik: diseksiyona dahil olan anatomik bölgeler spinal aksesuar sinir tarafından superior ve inferior kompartmanlara ayrılan posterior servikal üçgen, omohyoid kas tarafından bölünen anterior servikal üçgen ile submandibuler ve submental üçgenler. 1. ve 4. bölgelerdeki lenfatikler diseksiyona dahil olur. Lenfatik olmayan sternokleidomastoid kas, internal juguler ven ve spinal aksesuar sinir de diseksiyona dahil edilir.

Radikal boyun diseksiyonuna suboksipital, postaurikuler, paratrakeal, retrofaringeal, orta hattaki viseral lenf nodları ve periparotid lenf nodları dahil edilmez. Ancak parotis kuyruğundaki lenf nodları operasyon sırasında alınır.   

 

Modifiye radikal boyun diseksiyonu

Fonksiyonel boyun diseksiyonu olarak da bilinen modifiye radikal boyun diseksiyonu boynun I. ve V. bölgelerindeki lenf gruplarının tümünün en blok diseksiyonudur. Diseksiyon sınırları radikal boyun diseksiyonu ile aynıdır ancak sternokleidomastoid kas, internal juguler ven ve spinal aksesuar sinir korunur. Lenfatik olamayan yapıları invaze etmemiş yani bu oluşumlara fiske olmayan palpabl lenf nodlarında modifiye radikal diseksiyonu yapılabilir.

 

Selektif boyun diseksiyonları

Klinik olarak lenf nodu palpe edilmeyen ancak metastatik kanserin yayılmış olabileceği bir ya da birkaç lenf nodu grubunun en-blok çıkarılmasıdır. Araştırmalarda N0 boyunlarda selektif boyun diseksiyonunun radikal veya modifiye radikal diseksiyonları ile aynı terapötik etkiye sahip olduğunu ortaya koymuştur. Selektif boyun diseksiyonu hem tedavi hem de evreleme amaçlıdır.

 

Supraomohyoid boyun diseksiyonu

Bu ameliyat okkült metastaz riski altındaki oral kavite kanserli hastalar için uygundur. Özellikle dil ve ağız tabanı kanserli hastalarda yüksek metastaz eğilimi olup metastazlar submental, submandibuler üst ve orta juguler bölgelere olur. supraomohyoid boyun diseksiyonunda I. II. III. lenfatik gruplar çıkarılır.

 

Lateral boyun diseksiyonu

Üst, orta, alt juguler bölgelerdeki lenf nodlarının çıkarılmasıdır. II.,III. ve IV. Bölgeler dahil edilir. Farenks, hipofarenks, larenks kanserlerinde tedavi amacıyla yapılır.

 

Posterolateral boyun diseksiyonu

Suboksipital retroauriküler, II, III, IV ve V.bölgelerdeki lenf nodları dahil edilir. Saçlı deri ve boyun arka tarafındaki cilt kanserlerinde uygulanır.

                                         

 

Şekil 5: posterior boyun diseksiyonu insizyonu

 

Anterior kopartman boyun diseksiyonu

IV. grup lenf nodlarının çıkarılmasıdır. Bu lenf nodları orta hattaki viseral yapıları çevreleyen pretrakeal, paratrakeal, prekrikoid ve peritiroidal lenf nodlarını içerir.

 

 

 

 

 

 

 

 

REFERANSLAR

 

1. Koç C. Kulak Burun Boğaz Hastalıkları ve Baş-Boyun Cerrahisi. Güneş Kitabevi; Ankara,    

    2004.

2. Aston SJ, Beasley RW, Thorne CHM (eds). Grabb and Smith’s Plastic Surgery. Lippincott-

    Raven Publishers; Philadelphia, 1997.

3. Cohen M (eds). Mastery of Plastic and Reconstructive Surgery. Little, Brown and

    Company; New York, 1994.

4. Evans GRD (eds). Operative Plastic Surgery. McGraw Hill; San Francisco, 2000.  

 
ilgimi çeken makaleler;
 
Araştırma, köpeklerde tendon rüptürlerinin iyileşmesi esnasında ortaya çıkabilecek adezyonları önlemek için, fascia lata otogreftinin tendon ile çevre dokular arasında bir bariyer olarak kullanılabilirliğinin belirlenmesi amacıyla yapıldı. Araştırmada 12 adet köpek kullanıldı. Köpekler kendi aralarında 3"erli 4 gruba ayrıldı. Köpeklerin sol aşil tendonuna tenetomi ve tenorafi yapıldıktan
sonra fascia lata otogrefti, kılıf şeklinde tendovagina yerine uygulandı. Sağ aşil tendonunda kontrol amacıyla sadece klasik tenotomi ve tenorafi gerekleştirildi. Operasyondan sonra ekstremiteler 21 gün süreyle PVCO lu bandajla korundu. Deneme süresi sonunda, 0,5 ml kontrast madde bilateral subfasial olarak enjekte edilerek fasiyografi yapıldı. Birinci gruptaki köpekler 21. gün, 2. gruptaki
köpekler 35. gün, 3. gruptaki köpekler 45. gün ve 4. gruptaki köpekler 60. gün klinik muayeneleri yapılarak tedavi edildi.

Operasyon bölgesinden doku örnekleri alınarak histopatolojik olarak değerlendirildi. Klinik, radyolojik, makroskobik ve histopatolojik bulgular sonucunda, fascia lata otogrefti kullanılmasının, postoperatif tendon adezyonlarını engelleyebileceği kanısına varıldı.
 

 
             

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder